Pages

  • Ana Sayfa
instagram facebook linkedin

ÖTEBERİL



  • ... başımdaki ağrı sıktı. 

    Nasıl ki şimşek bi anlık çakar gider, bazen böyle anlık ağrılar başıma girip gözlerimden fışkırıyor. Neden olduğu konusunu düşünmedim. Muhtemelen sinir stres psikolojik vs gözümle göremeyeceğim nedenlerle oluyor. Gözümle görmüyorum ama gözlerimden kulaklarımdan fışkırdığını iddia ediyorum. Bu çizimi yaptığımda yine bir şeyleri kafamda kuruyordum muhtemelen. Kura kura kafam kurtlanmış gibi çizmişim. 

    Vücudumuzun verdiği fiziksel tepkiler aslında içinde yüzdüğümüz duygu denizinin cildimizde bıraktığı tuzlar olsa gerek. Hastalıklar ve bunların ruhsal / duygusal nedenleri içerikli şeyler dinledikçe her fiziksel pikte “dur yau ben şu an ne düşündüm, hangi duyguya kapıldım, neler oluyor” diyemiyorum ama bağlantısı olduğuna inanmak ve üzerine çalışmak istiyorum. Sonra büyük bir iş bu diyip bir ağrı kesici atıyorum. İnsanın kendisi üzerinde çalışması upuzun bir yolculuk. Yolculukları severim ama tatile gidiyorsam :) 
    Continue Reading

    ... yumurtalarım gibi. Belli bir miktar var ve gün geçtikçe ikisi de azalıyor 📆

    Ara ara “bi şeyler tükeniyor, bi şey yapmalıyım” telaşına sürükleniyorum. Zamanı boş yere harcadığım son dönemde farkına vardım bu durumun. Bana tanımlı bir zamanım ve yumurtalarım var hesabımda. Bi tür benzetme, kelime oyunları. 

    Keşke demiyorum, zamanı geri getirme veya zamanda yolculuk mümkün olsa muhtemelen üniversiteye başladığım zamana dönerdim. Ailemden uzakta yaşama başlangıç, yeni arkadaşlıklar, hayata dair şeylerle tek başıma karşılaşma, karar alma ve mücadele etme dönemleri. Beni ben yapacak dönüşümün mayalandığı zamanlar. Ve evet daha farklı yapacağım ve mutlaka yapacağım şeyler olurdu.

    Bu düşüncelerin yanında şu da var; zamanım o kadar kıymetli ve geri getirilemez ki, içinde bulunduğum zamanı tatsızlaştıracak, huzursuzluk katacak her insan ve her olayı benden uzak tutmak, hayatımdan çıkartmak benim için artık kolay. Halen evrimleşmekte olan yaşam felsefem keşke yerine iyi ki demeyi denemek.

    Continue Reading

     ... elimin çay ayarını kaçırıyorum☕ özellikle bazı hafta sonlarında.

    Çay sevgimi çizdim

    Hafta içi çay demlemek keyif vermiyor. İki bardak içip iş başı yapmak keyfi yarıda bırakmak değil de ne. Çay dediğin tüm cumartesi ya da pazar gün boyunca içe içe bitirilememeli. 

    Çayın bir de kalabalıklarla içileni en lezzetlisi. Soğuk havada arkadaşlarla sahilde soğuktan titrerken, akşam yemeğinden sonra aile muhabbetinde, vapurda martılarla birlikte denizi koklarken çıtır simite eşlik eden en keyifli yoldaş. 

    Gel gör ki güzel kokulu ve lezzetli çay bulamıyorum. Tomurcuğu tek başına mı içmeliyim acaba :) derken bir YouTube kanalı keşfettim. Azerbaycan’da bir çift köy hayatı yaşıyor. Yiyeceklerini kendileri hazırlıyor, doğadan topladıkları bitkilerle mis gibi çaylar yapıyorlar. Cam çaydanlığa kurutulmuş çiçekleri koyup üzerine biraz siyah çay ekliyorlar ve ben o sahnelere hasta oldum. Yemek pişerken hep çay içiyorlar. Bundan sonra ben de evdeki meyve kabuklarını çaya katacağım. Bakalım kaç demlemede pişman olacağım :) 
    Continue Reading

    Beklemek şu hayatta zorlanmadan yapabildiğim bir eylem olmadı hiç. Birini beklemek, bir şeyi, bir gelişmeyi beklemek, sevdiğim birinin ya da mevsimin gelmesini beklemek, bir yerde sıra beklemek bile eğer keyifli bir manzaram yoksa (doğada bir hareketlilik, kedi köpek oynaşması, uçan baloncuklar ya da uçuşan yapraklar gibi) tahammül edebildiğim bir şey olmadı. Ve şimdi dört duvar arasında bekliyorum. Neyi beklediğim de belli değil, uzay boşluğunda süzülmece, cismen hacim kaplamaca. 

    Bazen bi şeylere, birilerine anlayış göstermek, sebat etmek, rezilyans diye öğrendiğim zor durumlarda/zamanlarda ayakta kalma ya da hızlıca toparlanarak devam edebilme halinde olmak zor geliyor.

    Bir süre normal gelen her şey sanki fazla hava basılan balonun bir yerde dayanamayıp yerinden kopup gökyüzüne fırlaması gibi her yere saçılacak sanıyorum. Öyle sandığımda da "you shall not pass Berilyum" diyorum, toparlan bırakma kendini. Olmuyor, kendimi bırakmak istiyorum, anlamsızca durduk yere sesim kısılana kadar, boğazımdaki yumru yüzünden kıpkırmızı kesilene kadar ağlamak istiyorum. Bazen ağlıyorum durduk yere. Aynaya bakıyorum yüzüm parça parça kırmızı. Çocukken de çok ağladığımda yüzüm böyle olurdu diye hatırlıyorum, kırmızı beyaz ekoseli surat. 


    Yine bekliyorum. Bu kez bu ruh halinin gelişini karşılayıp etkimesine ve akıp geçmesine izin veriyorum. Giriş, gelişme, sonuç. Türkçe dersinde öğretildiği gibi. Aklıma geldi, bir keresinde bir ödevin sorusu şuymuş: .".... konusunda araştırma yapıp şunu bunu yanıtlayın." Ben de cevap yazmışım: "Peki." İlkokul arkadaşım hatırlatmıştı çok sonradan. Bence çok haklı bir yanıt vermişim. Yap demişler ben de tamam demişim. Neyse. 

    Sonra günler geçiyor. Mevsimler de. Onlar sırasını bekliyor, ama ağaçlar bekleyemeden çiçekleniyor. Sonra ağaçlar erkenden çiçeklendi yazık olacak diye bi daha üzülüyorum. Her çiçek kendi bacağından asılmıyor mu? 

    Yani diyeceğim o ki, neyi beklediğimi bilmiyorum. Bir ay, bir mevsim, dört mevsim, sonrası ne olacak bilmiyorum, bilmediğim şeyi bekliyorum. Zaman geçtikçe umut kırıntılarım da yok oluyor. Piştikçe ufacık kalan ıspanaklar gibi kendimi ateşe bırakayım da ufacık mı yapsın beni. 

    Bu da pandemi kafası olarak burada yer alsın bakalım. 

    Continue Reading

    İlk iş Twitter hesabımı dondurmak oldu. Biri gitti. Kaldı 1556 uygulama. 

    Geçtiğimiz günlerde Clubhouse ile tanıştım. Bu uygulamada belirli konularda oda açıp birkaç konuşmacıyla sohbet başlatabiliyorsun. Dinleyiciler sadece dinleyici olarak katılıyor, isterlerse söz alıp sohbete dahil olabiliyorlar.

    Toplamda 100 eşya ile hayatına devam edenler yenisi gelince var olanlardan birini eksiltiyorlar ya, bendeki o hesap değil yani Clubhouse geldi bir uygulama azaltayım fikriyle yapmadım ama artık Twitter'ın boşluğa haykırma özelliği batmaya ve uzay boşluğuna cümleler bırakmak artık hoşuma gitmemeye başladı ve ben de küçük enişteyi salıverdim gitti, darısı bırakacağım diğer uygulamalara. Şu cümlemi bir daha okudum, bağlacıyla virgülüyle 4 satır 1 cümle huh! Bari cümlelerimde sadeleşebilseydim. 

    Bahsettiğim Clubhouse'da geçtiğimiz akşam dijital minimalizm üzerine bir sohbet dinledim. Minimal yaşantı biçimleri hayatımıza bir şekilde dahil oluyorken sadeleşmenin dijital versiyonu neden olmasın: dijital hayatlarımızı bir düzene sokmak ve gerçekten ihtiyaçlarımız doğrultusunda sadeleşmek. Teknolojiyle aramızdaki her şeyi gözden geçirip bilinçli tüketmek. 

    😥 Bir dert ekranlara olan bağımlılığımız. Bağlılığımız değil, bağımlılığımız, benim deyişimle elimizde olmadan bir şekilde yapışık kalma hali. Cep telefonlarında ekran süresini takip etmeyen kaldı mı? Bunun bilimsel ve makul bir zaman limiti tanımlı mı bilmiyorum ancak kendi limitim fiziken midemin bulandığını ve başımın göz diplerimden itibaren ağrıdığını hissettiğim an yani +7 saat. KORKUNÇ! Bu şuna benziyor; toksik bir ilişki içindesin ama içindeyken farketmiyorsun, sana katkısı yok, sonrasında kuşbakışı totale baktığında farkına varıyorsun, aynı o hesap, sürekli sayfa yenilemek = bitmeyen merak hissi. 

    🔎 Bunun bir kök nedeni FOMO (fear of missing out) yani başkalarının haberdar olduğu bir şeyleri kaçırıyor olmaktan dolayı hissettiğimiz eksiklik ve tedirginlik. Dünyada şu an ne oldu, ne konuşuluyor, yeni bir eposta aldım mı, gündemde ne var diye giden meraklar. Şimdi kağıdı kalemi bırakıp iki dakika düşünebilirsin kendinde FOMO var mı yok mu diye. 

    😌 Bir başlık hayatımızı kolaylaştırması veya bazı alışkanlıkları daha kolay edinebilmek için çeşitli uygulamaları kullanmak. Mesela bir konuda notlar tutuyorsun veya okuduğun kitaplardan notların var fakat dağınıksın, bunların derli toplu ve kolay sınıflandırılabilir olması için uygulamalar kullanmak. Mesela alışkanlıklar edinmek, zinciri kırmamak istiyorsun veya pomodoro sayacı kullanarak daha odaklı, planlı iş bitirmek istiyorsun ve bunu yönetmek için uygulamalardan yararlanıyorsun diyelim. Burada kendime pek güvenemiyorum çünkü uygulama kullanımında sadeleşmeye gitmeyi isteyen biri olarak düzene gireceğim diye yeni uygulamaları telefonuma indirmek telefon bağımlılığı hastalığıma çözüm sağlamayacak sanki. Sonsuz döngüye girdim iyi mi! Çözüm farkında olmakta ve bilinçti kullanmakta.

    💫 Bir çözüm önerisi uygulamalardan bildirim geldiğinde o sese direnmek veya bildirim seslerini tamamen kapatmak. "Acil bir şey olsa ararlardı" cümlesini kocaman bastırıp sağa sola asmak istiyorum :) Gelen bildirim her ne ise her şeyden de hemen haberdar olmayıvereyim. O telefonu bir kere elime alıp o bildirime baktıktan sonra konu konuyu açacak. En yakın arkadaşınla sohbete daldığında konular yarım kalıp başka konulara çok kere dalmışsındır, o hesap. Yaptığın paylaşım toplumsal onay ve beğeni almış mı (ne de olsa onaylanmak, kabul görmek ve varlığının biliniyor olması ihtiyacı bir dürtü), kalpler bırakılmış mı? Sürekli abur cubur yiyerek farkına varmadan sağlıksız hayatın engin denizlerinde yüzmekle benzer şekilde Twitter'da en son ne konuşulmuş, Pinterest'te yeni ne görseller var az gözüm bayram etsin, Instagram'da kimler yine aşırı efsane güzel hayatlar yaşıyor ve bunları göz alıcı kareler şeklinde filtre basıp paylaşmış, Facebook için bir şey türetemedim, anneme sormam lazım orada neler oluyorsa :) Bak yine konu konuyu açtı. Demem o ki o çınnn sesi seni dünyadan kopartıyor ve dakikalarını (ve saatlerini) yiyor. Sonuç abur cubur etkisi.

    😰 Bir başka başlık birden çok sekme açıp birden fazla şeyi aynı anda öğrenmeye çalışmak, üyelikler başlatmak ama bunları etkin kullanmamak, sürekli favorilere ekleyip durmak. İlginç bulup mutlaka okumalıyım diyip kaydettiğim o kadar güzel bloglar çıktı ki karşıma, at fava bekle oldu resmen :( Bu konu biraz da "anda kalmak"la ilişkilendirilebilir sanki. O konuya o bloga odaklanabilsem, aklıma geldiği an sadece o yazıları düşünüp okumaya başlasam çözülecek ama dikkatimi toplayamadığım ve her dış etkenden etkilenip sağa sola daldığımdan favoriler doldu taşıyor. Böyle olunca bir şey öğrenmiş olmuyorum, aksine liste şişiriyorum, nerede sadeleşme?

    💫 Yine Clubhouse'taki konuşma esnasında dinlediğim çözüm önerilerinden biri şu; yeni bir telefon aldığında eskisindeki uygulamaları direkt yenisine aktarmamak. İhtiyaç oldukça ekleyerek ilerlemek işe yarayabilir. Bir diğer öneri ekranları siyah beyaz kullanmak. Ekranı açtığımızda rengarek objelerle karşılaşmak ilgimizi merakımızı hep canlandırıyormuş. Bir diğer öneri ana ekranda mümkün olduğunca az uygulama bulundurmak. Böylece sürekli "şuna da bakayım" tetiklenmesine girmemek mümkün olabilir.

    Bu konu bana Tolstoy'un İnsan Ne İle Yaşar kitabından bir bölümü anımsatıyor. "İnsana Ne Kadar Toprak Lazım" bölümünde toprağını işleyerek ailesini geçindiren Pahom aslında kendisine yetecek kadar / ihtiyacı kadardan ziyade daha çok daha da çok arazi sahibi olma hırsının neticesinde sadece başından topuklarına kadar bir toprak parçasına sahip oluyor ve orada hayatı da sona ermiş oluyor. 

    Yani diyorum ki "tercih etmek" biz insanlar için tanımlı bir eylem. Zamanı ve teknolojiyi nasıl kullanacağın, hangi platformları hayatına katacağın, faydasını sorgulayacağın (WIIFM - what's in it for me) seçici olmana bağlı. 

    Bu yazıyı okuduysan kanalıma abone olmayı.... değil de bu konuda çözüm önerilerin varsa beni haberdar edersen belki ben de denerim böylece sadeleşe sadeleşe and they lived happily ever after olur. 

    Artık ekranı kapatıp bi kahve koyma vakti geldi. Ya da gideyim de uyuyan kedime bulaşayım 💕

    Continue Reading
    Newer
    Stories
    Older
    Stories

    Başka Yerlerde De Yazıyorum

    blog sözlük

    Hakkımda

    Hakkımda
    Sırt çantama hoşgeldiniz. Bazen birkaç parçayla düşerim yola, bazense fazlasıyla bir şeyler bulunur çantamda. Rengarenk kalemler, mini mini defterler, yara bantları, ağrı kesiciler, parfümler, kitaplar diye gider.. her derde deva.. Böylece çıkarım öteberimle türlü türlü yollara..

    En Sonkiler

    Yazılarım

    • ►  2024 (2)
      • ►  Şubat 2024 (1)
      • ►  Ocak 2024 (1)
    • ►  2023 (4)
      • ►  Haziran 2023 (2)
      • ►  Mart 2023 (1)
      • ►  Ocak 2023 (1)
    • ▼  2021 (5)
      • ▼  Kasım 2021 (1)
        • Tokam değil...
      • ►  Ekim 2021 (2)
        • Zaman da...
        • Elimin çay ayarı
      • ►  Nisan 2021 (1)
        • Ağaçlar da erkenden çiçeklenmese iyiydi...
      • ►  Ocak 2021 (1)
        • Minimal Dijitalizm!
    • ►  2020 (18)
      • ►  Ekim 2020 (1)
      • ►  Eylül 2020 (2)
      • ►  Ağustos 2020 (2)
      • ►  Temmuz 2020 (1)
      • ►  Haziran 2020 (6)
      • ►  Mayıs 2020 (5)
      • ►  Nisan 2020 (1)
    • ►  2018 (4)
      • ►  Eylül 2018 (2)
      • ►  Nisan 2018 (1)
      • ►  Ocak 2018 (1)
    • ►  2017 (3)
      • ►  Eylül 2017 (3)

    İzleyicilerim

    Etiketlerim

    • gezilerim (8)
    • meydan okuma (8)
    • içimden gelen (7)
    • işte bunlar hep deneyim (5)
    • merhaba (3)
    • Belçika (2)
    • Brüksel (2)
    • Göç (2)
    • sevdiğim şeyler (2)
    • aftersun (1)
    • minimalizm (1)
    • sağlık (1)

    Neler Okuyorum

    Beril's books

    Şeker Portakalı
    it was amazing
    Şeker Portakalı
    by José Mauro de Vasconcelos
    Amok Koşucusu
    it was amazing
    Amok Koşucusu
    by Stefan Zweig
    Cesur Yeni Dünya
    really liked it
    Cesur Yeni Dünya
    by Aldous Huxley
    Yeni Soyadının Hikâyesi
    really liked it
    Yeni Soyadının Hikâyesi
    by Elena Ferrante
    Böyle Buyurdu Zerdüşt
    liked it
    Böyle Buyurdu Zerdüşt
    by Friedrich Nietzsche, Murat Batmankaya

    goodreads.com

    İletişim Kurmak İsterseniz

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *

    Created with by BeautyTemplates

    Back to top