Kavimler olmasa da kendi göçümün üzerinden 1 ay geçti. Tam da kendime sürekli hatırlattığım gibi zaman o kadar hızlı geçti ki, hem bikaç saniyede geçti hem bilmem kaç ay yoğunluğundaydı.
Geldiğim ilk hafta sonu yediğim bi şeylerden olsa gerek hastalandım. Yaklaşık 8 saat süren mide ağlaması yaşadım ki hayatımda midemi bu kadar üzdüğümü hatırlamıyorum. Buradaki ilk 4 günüm (yani işe başlamadan önceki 4 gün) sudan çıkmış balık şaşkınlığı, kedimle bir başımıza sanki birileri tarafından yalnız bırakılmışlık hissi, ben şimdi ne yapacağım bu soğuk otelde çaresizliği, Oreo'nun şaşkınlığı ile karışık geçti. Otel otamıza yerleşir yerleşmez ilk iş Oreo için tuvalet ve kum almak oldu. Bir tur alışveriş, bir tur odada ağlama krizi, bir tur market alışverişi, bir tur odada sızlanma ağlaşma ile geçen ilk 4 gün.
Ardından işe başladım. 8 Ocak 2024, dikkatimin tek bir konuya yani işe odaklanıp aynı zamanda yapılması gereken diğer işlere (ev arama, bi yerlere kayıt olma, bi şeyleri takip etme) dağılmaya başladığı tarihtir.
İşe başlamadan önce, kendime dair ilk iş günüm için bazı ön yargılar yaratmıştım. Tanışırken, konuşurken, anlatırken, dinlerken bi şeyleri batırırım, akşam odama döndüğümde pişmanlıklarımla kavga eder, kendime yeni faturalar keser, sonra kendime öz şefkat gösterip uyurum sanıyordum. Hiç öyle olmadı ya da bana öyle gelmedi. Çünkü öz şefkat. Ya da değil. Samimiyetle söyleyebiliyorum ki ilk günüm keyifli geçti, bi şeyleri batırmadım, neden öyle dedim, o öyle mi denir diyerek kendimi azarlamadım. Beni en çok düşündüren konu yabancı dilde iletişim kurmak ve iş yapmak. Biliyorum ki zaman hızlı geçecek ve zorlanmalarım geride kalacak, zaman içinde her şey yoluna girecek. Bu demek değil ki saldım, kendimi gelişine bıraktım. Her zaman olduğu gibi her konuda elimden geleni yapacağımı biliyorum. Yani kendime güveniyorum, gerisini zamana bırakıyorum. Yani demem o ki her şey bir şekilde yolunu buluyor.
Şehre geldiğimde hemen ev bulurum sanmıştım. Otelde 4 hafta kalma hakkım vardı. 4. haftada hala evim yoktu çünkü baktıklarım içime sinmemişti. Kimi ev randevusuna geç kaldım, evleri göremedim, çünkü yanlış yönde gden otobüslere bindim, kimi işime uzak, konforu yüksekti, arabam olmadığına üzüldüm. Sonra buraya gelirkenki düşüncelerimi hatırlattım kendime. Gelir gelmez kendimi insanlardan soyutlamayacaktım, çünkü zaten İstanbul'da yeterince soyutlamıştım. Kimi eh işte evlerdi, süper değil ama fena da değil. Hatta öyle bir evden kabul aldım, o esnada başka bir ev görüp çok beğendim, diğer emlakçıyı oyaladım, bu emlakçının beni değerlendirmesi ve ev sahibine kabul ettirmesi için elimden geleni yaptım, direttim, asıldım, emlakçıya yapıştım, ve sonunda Voila! Ve sonunda küçük otel odasından kurtuldum, kurtulduk. 2 gündür yeni evimdeyim.
İstanbul'daki konforlu, sıcak, cozy, vardığım için huzurla dolduğum evim gibi bir ev olsun çok istiyorum. Ben aslında yerleşikliği seven, içimdeki güvende olma duygu boşluğunu dolduracağını düşündüğüm yerlerin, hayatların, insanların peşindeyim. Tüm boşlukları ancak kendim doldurabilirim, bazen bunu unutuyorum. Bir diğer unuttuğum şeyse her şeye dayanma, mücadele etme gücümün içimde bi yerlerde olduğu gerçeği.
Bir de bugün benim doğum günüm. Çift sayıları severim, umarım 38'i de severim. Gerçi bu bitirdiğim yaşım oluyor, neyse ki 39 asal değil, sevilmeyi hak ediyor :)