Pages

  • Ana Sayfa
instagram facebook linkedin

ÖTEBERİL

  • Kavimler olmasa da kendi göçümün üzerinden 1 ay geçti. Tam da kendime sürekli hatırlattığım gibi zaman o kadar hızlı geçti ki, hem bikaç saniyede geçti hem bilmem kaç ay yoğunluğundaydı.

    Geldiğim ilk hafta sonu yediğim bi şeylerden olsa gerek hastalandım. Yaklaşık 8 saat süren mide ağlaması yaşadım ki hayatımda midemi bu kadar üzdüğümü hatırlamıyorum. Buradaki ilk 4 günüm (yani işe başlamadan önceki 4 gün) sudan çıkmış balık şaşkınlığı, kedimle bir başımıza sanki birileri tarafından yalnız bırakılmışlık hissi, ben şimdi ne yapacağım bu soğuk otelde çaresizliği, Oreo'nun şaşkınlığı ile karışık geçti. Otel otamıza yerleşir yerleşmez ilk iş Oreo için tuvalet ve kum almak oldu. Bir tur alışveriş, bir tur odada ağlama krizi, bir tur market alışverişi, bir tur odada sızlanma ağlaşma ile geçen ilk 4 gün. 

    Ardından işe başladım. 8 Ocak 2024, dikkatimin tek bir konuya yani işe odaklanıp aynı zamanda yapılması gereken diğer işlere (ev arama, bi yerlere kayıt olma, bi şeyleri takip etme) dağılmaya başladığı tarihtir. 

    İşe başlamadan önce, kendime dair ilk iş günüm için bazı ön yargılar yaratmıştım. Tanışırken, konuşurken, anlatırken, dinlerken bi şeyleri batırırım, akşam odama döndüğümde pişmanlıklarımla kavga eder, kendime yeni faturalar keser, sonra kendime öz şefkat gösterip uyurum sanıyordum. Hiç öyle olmadı ya da bana öyle gelmedi. Çünkü öz şefkat. Ya da değil. Samimiyetle söyleyebiliyorum ki ilk günüm keyifli geçti, bi şeyleri batırmadım, neden öyle dedim, o öyle mi denir diyerek kendimi azarlamadım. Beni en çok düşündüren konu yabancı dilde iletişim kurmak ve iş yapmak. Biliyorum ki zaman hızlı geçecek ve zorlanmalarım geride kalacak, zaman içinde her şey yoluna girecek. Bu demek değil ki saldım, kendimi gelişine bıraktım. Her zaman olduğu gibi her konuda elimden geleni yapacağımı biliyorum. Yani kendime güveniyorum, gerisini zamana bırakıyorum. Yani demem o ki her şey bir şekilde yolunu buluyor.



    Şehre geldiğimde hemen ev bulurum sanmıştım. Otelde 4 hafta kalma hakkım vardı. 4. haftada hala evim yoktu çünkü baktıklarım içime sinmemişti. Kimi ev randevusuna geç kaldım, evleri göremedim, çünkü yanlış yönde gden otobüslere bindim, kimi işime uzak, konforu yüksekti, arabam olmadığına üzüldüm. Sonra buraya gelirkenki düşüncelerimi hatırlattım kendime. Gelir gelmez kendimi insanlardan soyutlamayacaktım, çünkü zaten İstanbul'da yeterince soyutlamıştım. Kimi eh işte evlerdi, süper değil ama fena da değil. Hatta öyle bir evden kabul aldım, o esnada başka bir ev görüp çok beğendim, diğer emlakçıyı oyaladım, bu emlakçının beni değerlendirmesi ve ev sahibine kabul ettirmesi için elimden geleni yaptım, direttim, asıldım, emlakçıya yapıştım, ve sonunda Voila! Ve sonunda küçük otel odasından kurtuldum, kurtulduk. 2 gündür yeni evimdeyim. 

    İstanbul'daki konforlu, sıcak, cozy, vardığım için huzurla dolduğum evim gibi bir ev olsun çok istiyorum. Ben aslında yerleşikliği seven, içimdeki güvende olma duygu boşluğunu dolduracağını düşündüğüm yerlerin, hayatların, insanların peşindeyim. Tüm boşlukları ancak kendim doldurabilirim, bazen bunu unutuyorum. Bir diğer unuttuğum şeyse her şeye dayanma, mücadele etme gücümün içimde bi yerlerde olduğu gerçeği. 

    Bir de bugün benim doğum günüm. Çift sayıları severim, umarım 38'i de severim. Gerçi bu bitirdiğim yaşım oluyor, neyse ki 39 asal değil, sevilmeyi hak ediyor :) 

    Continue Reading

    Bu yazıyı yazdıktan aylar sonra yayınlayacağımı biliyorum. İki amaç için yazıyorum. Biri baştan sona neler yaşadım, hangi duygulardan geçtim kümüle şekilde görmek ve kendime ara ara "aferin" diyebilmek. Diğeri bu süreçten geçeceklerin sorularına yanıt olabilmek çünkü kendi sorularıma hızlı yanıtlar bulamadım. Uzun bir yazı olacak.

    KARAR AŞAMASI

    Her şey karar vermekle başladı. Arkadaşlarım, tanıdıklarım ülkeden giderken kendi adıma gitmekle ilgili net bir şey söyleyemiyordum. Korkuyordum. Herkes yanında biriyle gidiyor, zorluklara birlikte göğüs gerebilirler ama ben tek başıma yapamam diyerek bu konu hakkında düşünmemeye çalıştım. Zaman geçti. Şu hayattaki en büyük endişe kaynağım olan güvenlik unsurlarım bozulmaya başladı. Endişelerim birbirini kovalar oldu. Ekonomik olarak orta-iyi seviyelerde bir beyaz yakalı olmama rağmen kendimi hiçbir yerde huzurlu hissedemedim. Muhtemelen bu, ömrüm boyunca sürecek. 

    Tüm gri düşüncelerim 2020'den itibaren renk değiştirmeye başladı. Gri bulutlar dağılmaya, düşüncelerim netleşmeye başladı. İlginç şekilde cesaretlenmeye başladım. Karar verme eşiğine yaklaşıyordum. Bu ülkeden gitmeli miyim? Gidebilir miyim? Nasıl olur? Derken iyice netleştim. Gitmek istiyorum. Neden? Çünkü sokağa çıkarken bile korkuyorum. Neden? Tacize uğramaktan, tecavüz edilmekten, öldürülmekten, saldırıya uğramaktan. Nefret ediyorum. Neden? İki adım yere giderken ter içinde kalmaktan, o iki adımlık yere gidene kadar karşılaştığım adamların pis bakışlarından, kaba, öfkeli, terbiyesiz, bencil, cahil insanlardan. Bıktım. Neden? Yaşadığım topraklarda uyandığım her sabah aldığım kötü haberlerden, gözümü açar açmaz bi yerlere borçlu olmaktan, sadece mecburi giderlerimi (kira, aidat, kredi, faturalar) karşılamak için hayatımı satmaktan, sanatla ilgili kültürle alakalı bir şey yapmadan önce 10 kere düşünüp 15 günde belki 1 kere plan yapabilir olmaktan. Bir kere yaşama şansım olan bu hayatı sürekli ite kaka sürdürmeye çalışmaktan. Hiçbir şey için sistem, kural, düzen olmamasından, herkesin aşırı, artık kafayı yemiş "özgür"lüğünden.

    AKSİYONLAR

    Ve son 3 yılımı yurtdışı iş ilanlarına başvurmaya adadım. İlk yıl odaklandım. Doğru düzgün ön yazılar, cv'ler hazırladım, İngilizcemi kendimce iyileştirip konuşma pratikleri yaptım, görüşmelerde neye dikkat etmek gerekir, hangi sözler karşı taraf açısından nasıl yorumlanabilir, benden ne duymak istiyorlar ve bunu nasıl dile getirmeliyim vs hazırlandım. Güçlü ve zayıf yönlerimi belirledim. Belirledim derken doğru düzgün testler var bunun için, hem Türkçe hem İngilizce yaptım ki İngilizcemi de test etmiş oldum. Böylece elimde net veri olmuş oldu. Mülakatlara girmeye başladım. İlkini hatırlıyorum, İsveç'te bir araç kiralama firmasıydı. O kadar çok hazırlanmıştım ki hiç korktuğum gibi geçmemişti. O zamanlar çalıştığım şirket İngilizce öğrenme platformlarıyla anlaşmıştı ve konuşma derslerine girmiştim. Beni iş görüşmelerine hazırlayın, öyle sorular sorun demiştim. Neyse, bu ilk görüşmem o kadar iyi geçmişti ki son aşamaya kadar gelmiştim. Henüz ilk görüşmeden sona kadar gelebilmek beni şaşırtmıştı. Yine şaşırdım çünkü neden elendiğimi bir türlü öğrenemedim. O ilk zamanlardan bugüne birçok başvuru yaptım. Kiminde otomatik yanıtlar eşliğinde süreçten uğurlandım. Kiminde bir görüşme yaptık, sonra reddedildim. Başvurdum, reddedildim, bi daha başvurdum, daha iyi reddedildim :) daha iyi başvurdum derken toplam 2 kere son aşamadan elendim. Diğer firma Hollanda'da çip üretimi yapan bir firmaydı. Hatırlıyorum da son görüşmeyi o dönem Japonya'da bulunan yöneticilerle sabahın 7'sinde yapmıştık. Gözümü açar açmaz zor bir mülakat yaşadım. Bu süreçteyse uluslararası deneyimi olan birini seçmişlerdi. Bu firmanın işe alımcısı o kadar yardımsever biriydi ve açık iletişim kuruyordu ki hiç alışık olmadığım yaklaşımlar bunlar. Hatta bana geri bildirim verirken danışmanlık firmalarında deneyim kazanarak yine başvurabilirsin, veya uygun başka ilanlar bu firmada karşına çıkarsa bana ulaş demişti. 

    Bu sırada Avrupa'ya yerleşen arkadaşlarımdan bilgi edinmeye başladım. Ne kadar maaş beklentisi söylemek gerekir, hayat nasıldır, yalnız mı kalınır, görüşmelerde nasıl cevaplar verilmeli gibi sorularımı konuştum. Onlardan duydukça gitme hayalim hedefe dönmeye başlamıştı. Avrupa'da support grubum vardı ne de olsa.

    Neyse efendim 3 yıl geçti, Mayıs 2023'te bir firmaya başvurdum. Geri dönüşleri hızlı oldu. Süreç boyunca öyle yardımcı oldular ki, Türkiye'de İK'dan böyle bir yaklaşım görmeye alışık olmayan ben bulutların üstünde gibiydim. her adıma dair detay bilgiler verdiler, pdf dosyalarında hangi sorulara nasıl hazırlanmam gerektiğini anlattılar, her sorumda anında yanıt sağladılar, görüşmelerde hata yaptığımı düşündüğümde anında bunu anlayıp beni rahatlatmayı seçtiler, "herkes hata yapabilir, acele etme, vaktimiz var, istediğin gibi kullanabilirsin, istediğini tekrar tekrar sormaktan çekinme" gibi ifadelerle beni kendime getirdiler. İlk görüşme, ikinci görüşme, assessment, son görüşme derken sonunda olmuştu. Benimle devam etmek istiyorlardı. It's happening! Başvurumdan yaklaşık 2 ay geçtikten sonra bir perşembe akşamı telefonda bana bunu söylediklerinde İngilizceyi unuttum sanıp tekrar tekrar sorduğumu hatırlıyorum. Telefon görüşmesinden hemen önce İK'dan gelen ve hakkımda güzel şeyler konuşulduğunu belirten (fingers crossed on me) epostayı okurken kameralara böyle yakalanmıştım:

             


    YENİ BİR İŞ ve HAYATA DOĞRU

    Temmuz ayının başlarında süreç netleşmeye başladı. Tekliflerini aldım, görüştük, sözleşmeler imzalandı. Hatta her şeyi bir Türk çalışanla görüşmek istediğimi belirtmiştim. Kendileri bu görüşmeyi ayarladı. Bu çalışanla tanıştık, sorularımı sordum, kendisinden fikirlerini aldım. Derken Facebook'taki göçmen kadın gruplarına girdim. Hem neler paylaşılıyor göçmen olunca bunları görüyorum hem kendi belirsizliklerimi netleştirmek için sorularımı sormaya başladım. 

    Sözleşme aşaması tamamlanınca vize işlemleri için ajans bana ulaştı ve gerekli dokümanları toplamaya başladım. Bugün 4 Ağustos Cuma, tüm evrakı sisteme yükledim. Şimdi vize başvurumun yapılmasını bekliyorum.

    Bir yandan oradaki evlere bakıyorum. Hayaller kuruyorum. Havanın kapalı olduğunu, yağmurlu bir gün marketten alışverişimi yapıp evime girdiğimi hayal ediyorum. Bir başka anda iş çıkışı arkadaşlarımla (tabi arkadaş da edinmiş oluyorum) bir şeyler içmeye gidiyoruz ve ben korkarak gitmiyorum veya ne kadar ödeyeceğim acaba diye düşünmüyorum. Bir başka anda Avrupa'da yaşayan arkadaşımla bir hafta sonu planı yapmışız, bir festivale gidiyoruz. Yine korkmuyorum acaba biri saldırır mı diye (olasılıklar daha düşük en azından). Tabi bu hayallerimde Oreo da var. Ev geniş olduğundan istediği gibi koşturuyor. İlk başlarda garipsiyor her kedi gibi ama o anlar geride kalmış oluyor. Bugüne dönersek; aklımdaki tek şey Oreo'yu x-ray'den çantasından çıkararak geçirmek ve uçak yolculuğunu sağ salimen atlatmak, sakinleştiricilerin eşliğinde. Bir tek bunu atlatırsam her şeyi yapabilirim artık :)

    VERİLERLE KONUŞAYIM

    Bu kısımda başvuru aşamasında (2023 içinde) yaptığım masrafları anlatacağım. Belki birilerinin işine yarar.
    • Kimlik yenileme: Kimliğimi yenilemeye üşenmiştim. Mecburen yeniledim. Nüfus müdürlüğünde kolayca oldu bu işlem. 83 TL.
    • Pasaport uzatma: Pasaportumun vize ajansının belirttiği şekilde en az 1 yıl geçerliliği vardı ancak buradayken uzatmak daha kolay olacağından onu da Nüfus müdürlüğünde 10 yıllık olacak şekilde kolayca hallettim. Yuvarlak olarak 5400 TL.
    • Medikal sertifika: Belçika'nın istediği bir sağlık sorununun olmadığını kanıtlayan belge. İstanbul'da elçilik tarafından belirlenmiş 3 doktor var. Kadıköy'de Dr. Adnan Avcı'ya gittim. Kan tahlili, akciğer filmi, muayene toplam 2440 TL. Doktor bu ödemeyi şirketten geri istememi söyledi. Öyle bir şey var mı deneyeceğim.
    • Apostilli sicil kaydı: Apostil benim için çok yabancı bi şey. Bir hukuk bürosuna sordum, 50 dolar karşılığında yapıyorlardı. Göçmen kadınlar grubunda sorduğumda adliyede yapıldığını öğrendim, hem de ücretsiz. Gidip sicil kaydımı aldım, ertesi gün de apostili aldım.
    • En yüksek seviyedeki diplomamın orijinali ve çevirisi: Kadıköy'de Portakal çeviri hizmetlerinde bu işimi de birkaç saat içinde hallettim. Yaklaşık 250 TL.

    NELER HİSSEDİYORUM

    Henüz bir şey hissetmiyor gibiyim. Yani heyecan, endişe, korku, mutluluk vs henüz bunlar ortaya çıkmadı. Zamanını beklediklerinden eminim. Annemden uzakta olacak olmak üzüyor. Onu da üzüyor biliyorum ama aklım onda kalacak diye belli etmiyor eminim. Herkes hayatını kurtaracak kızım diyor. Benimse aklım onda kalacak. Canı sıkılıp ulaşmak istediğinde, biraz komik şeyler konuşmak istediğinde, çiçeklerini anlatmak istediğinde, kedisi Şanslı'yı göstermek istediğinde birazcık daha zor ulaşabilecek. Veya acil bir şeye ihtiyacı olduğunda ben erişemeyeceğim. Telaşlanacağım. Belki de bu hiç olmayacak. Belirsizlik üzerinden negatif senaryolar yaratmanın gereği yok. 

    Sanırım evimdeki eşyaları elden çıkarmaya başladığımda duygular ufak ufak ortaya çıkacaklar.

    Şimdilik mola... 

    GÜNCELLEME 26 AĞUSTOS CUMARTESİ

    Şirket yani ajans firma vize işlemlerini Ağustos ayı başında başlattı. Oturum izni 2 hafta, çalışma izni 10 hafta sürer dediler. Türkiye'den de Belçika Konsolosluğu'na vize başvurusu yapmam gerekiyor. Gel gör ki VFS Global isimli resmi aracı kurum çalışmıyor. Evet çalışmıyor; randevu tarihi vermiyor, hep dolu hep dolu, ulaşmak zor, ekşisözlükte insanlar küfür kıyamet, Fb gruplarından ve sözlükten insanlardan trickleri öğrenmeye çabalıyorum. Derken ay bitiyor. Bu ay vize randevusu alabilecek miyim endişesiyle geçti, hafif dozda endişe. Eylül ayında artık ajans firmadan bu konuda girişim göstermelerini isteyeceğim. Resmen ülkeden çıkamıyorum.

    Şimdilik yine mola...

    GÜNCELLEME 1 EYLÜL PAZAR 

    Ve çalışma vizem çıktı. Eylül ayının başında relocation firması çalışma vizemi gönderdi. Sırada oturum izni var. Onun da 9-11 hafta sürmesi bekleniyor. Bunun 4 haftası bitti. Bu esnada VFS Global'den nihayet randevu alabildim. 5 Aralık randevu tarihi, ancak relocation firmasının yorumu daha erkene çekmemiz gerekebileceği yönünde. 

    Bu esnada kedim Oreo için süreci başlattım, kuduz aşısı oldu, üzerinden en az 30 gün geçti ve kuduz titrasyon için veteriner kliniğinde kan alındı, Ankara'ya, tarım orman bakanlığına gönderildi. 

    Ben de yavaş yavaş eşyalarımı satmaya başladım. Bunun için letgo, sahibinden, tanıdıklar şeklinde ilerliyorum. 

    Şimdilik mola..

    GÜNCELLEME 7 ARALIK PERŞEMBE 

    Kocaman Eylül Ekim Kasım aylarında yazmayıp, heyecandan olsa gerek, 3 ayı nasıl hatırlayacağım derdine düşmem de ilginç ve gereksiz oldu geriye bakınca :)

    Oturum iznimin gelişi beklediğimden oldukça hızlı oldu. 9-11 hafta dedikleri vize 6-7 haftada geldi. Ben Ekim ayı komple vize beklemekle geçer, hatta Kasım ayına sarkar düşüncesiyle vize randevumu 5 Aralık tarihine almıştım. Garanticiyimdir. Eksik evrakım olmadan, vize randevuma tam gitmek istediğimden bu tarihi garanti görmüştüm. Erken gelen izinlerle (çalışma + oturum vizesinin toplamına D type single permit deniyormuş) vize randevumu erkene çekmeye çalıştım. Türkiye'den de vize başvurusu yapılması gerekiyor ki ülkeden çıkabileyim. Bir tür formalite. Daha vize randevusu alınamayan, sosyal medya kanalları veya eposta aracılığıyla bile ulaşamadığım VFS Global'e ve Belçika Konsolosluğu'na tüm evrakımın tam olduğunu (Annex 46'nın altını çizerek) belirten bir eposta daha gönderdim. Ertesi gün VFS Global beni aradı. Sanki FBI'dan arıyorlarmış gibi (onlar telefon eder mi acaba) heyecanlandım, one shot hakkım vardı ve telefonda hata yapmamalıydım. Randevu tarihimi yaklaşık 3 hafta geri çektik ve 13 Kasım'da uzun dönem D tipi vize başvurumu yapmış oldum. Vizem 5 günde çıktı. Sürenin bu kadar kısa olmasının nedeni iş nedeniyle karşı tarafın (firmamın) çalışma ve oturum vize başvurularımı yapmış olması, bu izinlerimin çıkmış olması, şirketin beni artık bekliyor olmasıydı. Vize sürelerimden de bahsetmeliyim; çalışma vizem 3 yıllık, oturum vizem 1 yıllık, pasaportumda yazan süre de 1 yıllık. Uzatmaları Belçika'da yapacağım. 

    Şirketimin güzelliklerinden biri şu oldu; vizemin Aralık ayında çıkması durumunda Christmas tatilinde orada beni yalnız bırakmak istemediklerinden, vizelerin çıkmasını beklerken işe başlama tarihimi netleştirdik. 8 Ocak resmi başlangıç tarihim olacak. Birkaç gün önceden gidip ortama alışmak amacıyla 4 Ocak gibi uçmayı planlıyorum. 

    Bir diğer güzellik, ev bulana kadar konaklayacağım otelin pet friendly olması. Planım ev bulana kadar Oreo'nun İstanbul'da kalması, ev bulur bulmaz gelip onu almak şeklindeydi ancak gelip almak için uygun sürem olmayacağından ve ilk gidişte tüm sıkıntıyı yaşayıp tek seferde atlatmak daha mantıklı olacağından, yeni yöneticimin de fikir vermesiyle Oreo benimle otele gelecek :) Çok heyecanlıyım çok. 

    Eylül ayının başında Oreo'dan kuduz titrasyon için kan alınıp Ankara'ya gönderildiğinden bahsetmiştim. Sonucun gelmesi 6 haftayı birkaç hafta geçti ve sonuçlar numunenin alındığı kliniğe geldi. Şu an Oreo için yapmam gereken tek resmi iş, uçuştan 48 saat öncesinde önce kliniğe gidip pasaportuna uygunluk yazısı almak ve Tarım ve Orman Bakanlığı'nın ilgili müdürlüğüne Oreo'yla birlikte gidip ülkeden çıkış için uygunluk almak. Sonrası ver elini Sabiha Gökçen.

    30 Kasım 2023 Perşembe, 8 yıllık Enerjisa geçmişime son verdiğim tarih oldu. Aralık ayında işsiz, beyaz yakasız, bordrosuz girdim. Bu kısım heyecanlı, yer yer hüzünlü, anlık gelen ağlama pikleri ile geçti. Aralık ayı içinde yapmam gerekenleri listeledim. Buraya da yazmakta fayda var, ihtiyacı olan birileri olabilir:

    • Vergi Dairesi ile görüşüp şimdiden yapmam gereken bir beyan olup olmadığını öğreneceğim. Bu soruyu yeni şirketime de sordum, beyan etmem gereken bir şey var mı şeklinde.
    • Kapatmam gereken banka hesapları var. Şubeye gidip birebir görüşme yapacağım. Online işlemler veya çağrı merkezi ile yürütülen işlemler sağlıksız olabiliyor diye duydum deneyimi olanlardan.
    • Son sağlık, kozmetik, güzellik, doktor muayenesi uygulamalarının yapılacağı dönemdir son ay.
    • Vekalet konusu önemli. Benim yerime her şeyi yapabilmesi için anneme sınırsız vekalet verebilmem için noter işim olacak.
    • Eşyalarımı İzmit'e taşımak için nakliye firması ayarlamam gerekiyor. Armut'tan teklif topluyorum.
    • Uluslararası para transferi yapabilmek için araştırma yapıp bir hesap oluşturmam gerek.
    • Ülkeden ayrılmadan önce telefon hattımı faturasıza döndürüp, birkaç ayda bir açarak hattımı aktif tutmam gerek.
    • Biyometrik fotoğraflarımı çoğaltmalıyım. Belçika'daki resmi işlemler için gerekebilir.
    Şimdilik mola...

    SON GÜNCELLEME 7 OCAK PAZAR

    Son güncellememi Brüksel'de otel odamdan yapıyorum. Yarın iş başı.

    4 Ocak Perşembe günü geldik. İşten birkaç gün önce gelmek şehri anlamak ve "evet buradayım artık" şaşkınlığımı hafifletmek için fena olmadı. 

    3 bavul, 1 kedi, Sabiha Gökçen'den uçtuk. Oreo yolun %80'inde miyavladı. Verdiğimiz sakinleştirici (Kot Bayoun) işe yaramadı. Havalimanında çantasından çıkartmamı istediler, direndim, kesin surette kaçacağını söyledim. Çantasının içindeki bezleri çıkartıp geçmemize izin verdiler. Uçakta da kabin görevlileri tatlıydı, bir ihtiyacımız olup olmadığını sordular arada. Brüksel Havalimanı'nda transfer görevlisi bizi karşıladı, otele bıraktı. Buradan sonrası ver elini yalnızlık.

    Geldiğim gün ilk iş Oreo'nun tuvaletini ve kumunu almak oldu. Dışarıda birkaç iş halledip odama gelip ağladım ilk gün, bu ister istemez bir döngü gibiydi, alışveriş yap, odana dön, tek olduğunu gör. Bir gün önce annemin evindeydim ve her şey sıcacıktı, şimdi her şeyin soğuk olması ağır geldi. 

              

    Sokaklar soğuk havaya rağmen dolu. Çok kalabalık bölgelere de girdim, çok sakin tarafları da gezindim elimden geldiğince. Mekanlarda, sokaklarda, birçok yerde Fransızca konuşuyor insanlar. Öğreneceğim dile karar verdim :) Şimdilik immoweb üzerinden ev arıyorum, emlakçılara görüşme için talep bırakıyorum. Umarım kısa sürede ev konusunu hallederim. 

             

             

    6 Ocak Cumartesi akşamı hastalandım, ne kadar da warm welcome. Zannediyorum ki yediğim pizza mideme kültür şoku yaşattı. Pazar sabahına kadar pert düşmüş Beril olarak yazımı sonlandırıyorum. Oreo'yla uyuyacağız şimdi, saat 14.30. Sonrası kalkıp ütü yapıp yeni iş günüme hazırlanmak.

    XoXo, petite Beril.
    Continue Reading

    Ben bir ürünü veya bir hizmeti kolay kolay beğenemiyorum ve bir kere hoşuma gittiyse bir daha asla ondan vazgeçemiyorum. Satın alırken birden fazla alıyorum, ayıla bayıla kullanıyorum. Sonra markayla aramızda bağ oluşuyor, ben ona güveniyorum, o bana, birbirimize bayılıyoruz (love bombing), bu ilişki alışkanlığa dönüyor, ayrılamıyoruz. Öyle bir bağ ki benzer ürünleri veya hizmeti başka markadan edinirsem kalitesiz, basit bi şeyle karşılaşacağımı ve üzüleceğimi sanıyorum (gaslighting). 

    Sonra günün birinde ben hiç beklemiyorken çat diye o marka ülkeden gidiyor (ghosting). Artık hizmet vermiyor veya ürüne erişemiyorum. Al sana kocaman hayal kırıklığı. 

    Diyorum ki bir daha hiçbir markaya bu kadar alışmayacağım, alternatif markalar keşfedeceğim, böylece hem çeşitlilik olur, deneyim olur (bunun canlılar arası versiyonunu sevmiyorum), ihtiyacıma hemen ulaşırım.

    Resmen markalar kişilik kazanmış, lanet olası kapitaller. Şuraya somut örneklerimi de bırakayım. 

    Çok sevdiğim hoş marka Park Bravo, aynı eteğin 4 farklı rengini aldığım, aksesuarlarının hastası olduğum yer sessiiiz sedasız kapandı eridi gitti. 

    Sonracığıma La Senza, fancyler fancysi hesaplı hoş iç giyim markası tası tarağı topladı gitti. 

    Kokusuna bayıldığım, kullanırken bile fıs saydığım Lancome Magnifique ülkeyi bırak dünyada üretimi sonlandırdı. Buzdolabında son 3-4 damla duruyor, arada koklayıp kapatıyorum.

    Efsane iyi hızlı oje kurutucusu Revlon, tası tarağı ojeleri topladı gitti, baya her şeyiyle gitti, quick dry ürün yok, iyi ki zamanında stok yapmışım, onlar da yeni bitti. Onun alternatifi Flormar'ın hızlı oje kurutucusu kalitesiz ürünün teki çıktı Rıza Baba.  

    Arada sırada haberi çıkıp duruyor Nine West kapandı kapanacak, yavaş yavaş mağaza azaltıyorlar, bende ufak kalp krizleri. Ya sen gayet basic şık markasın neden gidersin?

    Calve şeker katkısız fıstık ezmesi. İyi ki keşfettim hemen yok ol hemen. Gezmediğim ilçe sormadığım market kalmadı. Raflardan düştü gitti e-ticaretin kollarına.

    Komik bi tane geliyor; evimin dibindeki oto yıkamacı, hem uygun hem düzgün hem 5 dk mesafedeki yer, ne güzel hizmet alıyordum, yerine dönerci açılması büyük haksızlık.

    Bi daha hiçbir markaya alışmayacağım, kalbimi kırmasına izin vermeyeceğim (o esnada yeni parfüm markasıyla tanışıyordu). 

    Continue Reading
    Siz de bıkmadınız mı bir ürün, hizmet veya servis için size sürekli yapılan "al al nolur al yalvarırım al emrediyorum al almazsan eksik kalırsın toplumdan uzaya şutlanırsın" baskılarından. Bu baskıyı minnoş minnoş yapana influencer deniyor, tüketicideki yani evet bizdeki yansımasıyla "ahy pek hoş etkilendim, satın alırsam aynı bu insan gibi hoş olurum, hemen gidem de satın alam".

    Influencerlığın yani etkileyiciliğin yeni bir türü çıktı, genuinfluencer yani genuine + influencer yani özgün ve hakiki bir şekilde etkileyicilik. İnsanlar artık balon işlerin kendilerine kakalanmasından bıkmış durumda. Güven duymak ve hakikati görmek, gerçekten bilgi edinmek ve nitelikli içerikle karşılaşmak istiyor, enayi yerine koyulmayı hem hazmetmiyor hem hak etmiyorlar. Zaman zaten yok gibi bir şey, imkanları ya doğru düzgün değerlendireceğiz ya da ağzımızdan salyalar akarak e-ticaret platformlarına kart numaramızı kaydedip duracağız.

    Bu akımın Türkiye'de temsilcileri kendisini mikro düzeyde göstermeye başladı. Mesela Deniz Dülgeroğlu aklıma gelen ilk (ve şimdilik tek) genuinfluencerlardan. Kendisi podcaster (Merdiven Altı Terapi), eski reklam yazarı, çok eski diş hekimi. Kitleleri para karşılığında bomboş alışveriş yapmak amacıyla etkilemiyor. İnsanlara onların da değerleri olabileceğini hatırlatıyor, sorgulama, analiz etme alanları açıyor ve bunu anlık olarak yapıyor yani hobi olarak değil gerçekten toplumsal fayda için kafasını çalıştırıyor. Olan bitene duyarlı, herkesin birey olduğunu, hakları olduğunu hatırlatıyor ve onlara sahip çıkın diyor. Farklı bakış açıları vardır bir de oralardan bakın ve kendinizi (ve etki alanınızdakileri) zenginleştirin diyor. Bedavadan insan olma sanatı daha ne olsun. 

    Ben artık elimdeki imkanları, aklımı, kalan iki gram beynimi ve enerjimi faydalı yönde kullanmak istiyorum. Sizin de genuinfluencer olarak gördüğünüz isimler varsa hadi birlikte stalklayalım :) pardon zenginleşelim.





    Continue Reading

    19 yıllık İstanbul yaşantımda yalnız yaşamak hiç bu kadar korkutucu olmamıştı. 

    Gün batımını hayran hayran izlediğim, duvarlarını rengarenk boyadığım, sıcacık yaparken heyecanlandığım ev hiç bu kadar soğuk olmamıştı. 

    Kalbime ve beynime hükmedemediğim, kontrolü kaybettiğim zamanları bu kadar hissizce ve bilinçsizce yaşamamıştım. 

    Travmalarımla yaşarken hiç bu kadar uyuşmuş ve donuk olmamıştım.

    Ben hayatımda bu kadar emanet hissetmemiştim.

    Continue Reading


    Kız çocuğu babasının omzuna başını yasladı. Babası gülümseyerek kızına baktı. Hava sıcaktı. Güneş yerindeydi. Keyifleri de yerindeydi. Baba kız çıktıları sakin bir tatil ne de olsa. Çocuk gözlüğü suya düşürdüğü için üzgündü. Babası suya dalıp gözlüğü almıştı. Aralarındaki saf baba kız ilişkisi yaşanmaya değerdi. Bir tane anım olsun isterdim, babamla, kızıyla birlikte tatil yapmak isteyen bir babayla. 

    Bu sahneleri izlediğimde göz yaşı musluklarımın otomatik pilotta devreye girmesi yorucu, bir o kadar kendiliğinden, yine de yorucu. Omzuma başını yaslayan bir çocuk mu yoksa hayatımda olmak isteyen ve çaba sarf eden bir baba mı veya çocuğuma babalık yapan bir adam mıydı beni ağlatan bilemiyorum. Bu hayali kafa karışıklığıyla bugünü noktalıyordum. 

    Continue Reading



    ... başımdaki ağrı sıktı. 

    Nasıl ki şimşek bi anlık çakar gider, bazen böyle anlık ağrılar başıma girip gözlerimden fışkırıyor. Neden olduğu konusunu düşünmedim. Muhtemelen sinir stres psikolojik vs gözümle göremeyeceğim nedenlerle oluyor. Gözümle görmüyorum ama gözlerimden kulaklarımdan fışkırdığını iddia ediyorum. Bu çizimi yaptığımda yine bir şeyleri kafamda kuruyordum muhtemelen. Kura kura kafam kurtlanmış gibi çizmişim. 

    Vücudumuzun verdiği fiziksel tepkiler aslında içinde yüzdüğümüz duygu denizinin cildimizde bıraktığı tuzlar olsa gerek. Hastalıklar ve bunların ruhsal / duygusal nedenleri içerikli şeyler dinledikçe her fiziksel pikte “dur yau ben şu an ne düşündüm, hangi duyguya kapıldım, neler oluyor” diyemiyorum ama bağlantısı olduğuna inanmak ve üzerine çalışmak istiyorum. Sonra büyük bir iş bu diyip bir ağrı kesici atıyorum. İnsanın kendisi üzerinde çalışması upuzun bir yolculuk. Yolculukları severim ama tatile gidiyorsam :) 
    Continue Reading
    Older
    Stories

    Başka Yerlerde De Yazıyorum

    blog sözlük

    Hakkımda

    Hakkımda
    Sırt çantama hoşgeldiniz. Bazen birkaç parçayla düşerim yola, bazense fazlasıyla bir şeyler bulunur çantamda. Rengarenk kalemler, mini mini defterler, yara bantları, ağrı kesiciler, parfümler, kitaplar diye gider.. her derde deva.. Böylece çıkarım öteberimle türlü türlü yollara..

    En Sonkiler

    Yazılarım

    • ▼  2024 (2)
      • ▼  Şubat 2024 (1)
        • Birinci Aydönümüm Kutlu Olsun
      • ►  Ocak 2024 (1)
    • ►  2023 (4)
      • ►  Haziran 2023 (2)
      • ►  Mart 2023 (1)
      • ►  Ocak 2023 (1)
    • ►  2021 (5)
      • ►  Kasım 2021 (1)
      • ►  Ekim 2021 (2)
      • ►  Nisan 2021 (1)
      • ►  Ocak 2021 (1)
    • ►  2020 (18)
      • ►  Ekim 2020 (1)
      • ►  Eylül 2020 (2)
      • ►  Ağustos 2020 (2)
      • ►  Temmuz 2020 (1)
      • ►  Haziran 2020 (6)
      • ►  Mayıs 2020 (5)
      • ►  Nisan 2020 (1)
    • ►  2018 (4)
      • ►  Eylül 2018 (2)
      • ►  Nisan 2018 (1)
      • ►  Ocak 2018 (1)
    • ►  2017 (3)
      • ►  Eylül 2017 (3)

    İzleyicilerim

    Etiketlerim

    • gezilerim (8)
    • meydan okuma (8)
    • içimden gelen (7)
    • işte bunlar hep deneyim (5)
    • merhaba (3)
    • Belçika (2)
    • Brüksel (2)
    • Göç (2)
    • sevdiğim şeyler (2)
    • aftersun (1)
    • minimalizm (1)
    • sağlık (1)

    Neler Okuyorum

    Beril's books

    Şeker Portakalı
    it was amazing
    Şeker Portakalı
    by José Mauro de Vasconcelos
    Amok Koşucusu
    it was amazing
    Amok Koşucusu
    by Stefan Zweig
    Cesur Yeni Dünya
    really liked it
    Cesur Yeni Dünya
    by Aldous Huxley
    Yeni Soyadının Hikâyesi
    really liked it
    Yeni Soyadının Hikâyesi
    by Elena Ferrante
    Böyle Buyurdu Zerdüşt
    liked it
    Böyle Buyurdu Zerdüşt
    by Friedrich Nietzsche, Murat Batmankaya

    goodreads.com

    İletişim Kurmak İsterseniz

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *

    Created with by BeautyTemplates

    Back to top