ORTA AVRUPA - 1. Kısım: Budapeşte
Eylül 27, 2018
Uçak yolculuğu için çok erken saatler mesela sabah 6, 7 civarı keyifli değil bence. Şöyle uykumu aldığım, ortalığın da aydınlandığı zamanlarda yollarda olmayı daha çok seviyorum. Budapeşte’ye uykusuz kalmadan sakince ve sağ salim vardık diyebilirim. Sıcak hava bizi karşıladı. Halbuki daha Haziran’ın başındayız bi
şey olmaz dememek lazımmış. Epey sıcak. Nem çok.
Gezi öncesinde hava limanından şehir merkezine nasıl
ulaşabiliriz araştırmasını yapmıştık. Diğer
bloglardan edindiğim bilgiyi de paylaşayım: Otobüs (200E), tren, taksi vs. ile
ulaşım sağlanıyor. Taksi (8000 HUF), havalimanı servisi (Gidiş dönüş 4500 HUF),
Uber (4000 HUF) ve toplu taşıma (520 HUF) alternatifleri mevcut. Para birimi
Forint (HUF). Haziran 2018’de 1 Euro yaklaşık olarak 318 HUF’a denk geliyordu. Ayrıca güne başlamadan önce offline haritamızda görebileceğimiz yerleri nokta atışı işaretlemiştik. Gün içinde internet ihtiyacı duymadan sadece GPS açarak gezmek içimi rahatlattı:
Metroyu kullanarak, aktarma yaparak şehir merkezine öğleden sonra
saat 2 gibi vardık. Şehirde klasik trafik akışını görüyorsunuz ama İstanbul'dan tanıdık olduğumuz o can sıkıcı keşmekeş yok elbette. İlk iş otelimize varıp bavulları atıp biraz soluklanmak ve kendimizi
dışarı atmak oldu. Konaklamayı CapitalGuesthouse Budapest’te yaptık. Eski, yüksek tavanlı, taş merdivenli, tüm
katlarda dar uzun balkonları olan ilginç bir yapı. Tekrar gidersem mutlaka yine
burada kalırım diyemiyorum.
Oda manzaramızıysa sevdik:
Öğle saatlerinde merkeze
varıp bir an önce karnımızı doyurmak istedik zira daha gezecek görecek yerler
var zaman kaybetmemek gerek. Bellozzo diye bir
restoranda pizza makarna yedik. Bir Bolonya olamaz tabi :) İncecik
pizzalar, sarımsaklı makarnalar için bir şans verilebilir ancak 2.ye lüzum yok.
İstanbul’da çok daha lezzetlisini tattığımı söyleyebilirim. Mesela: Pizzeria İl Pellicano Moda’da,
İtalyan bir aşçıları var, hamur açıp pişiriyor, ya da sadece orada duruyor :)
Gezilen görülen yerlerin kendi dillerinde bir şeyler öğrenmek sanırım
herkese eğlenceli gelir. Yol, sokak, meydan veya “bir sonraki durak”
çevirilerini ezberler ezberler unuturum ben :) Mesela utça cadde
anlamında, tér meydan, út yol demek. Ezberleyin. Ya da yo ezbere gerek yok, o
kadar çok karşılaşınca doğal olarak yer ediyor.
Bir de Küçük Prenses var, heykelin dizine dokunduğunuzda Budapeşte’ye
tekrar yolunuz düşebilir J kimine
göre şans getirdiğine inanılıyor.
İlk gün elimizdeki kısıtlı sürede yürüyerek Zincirli Köprü’yü
(Chain Bridge) geçip Buda Kalesi’ne çıktık. Kaleye yürüyerek çıkmak yerine
teleferik kullanılabilir, 1200 HUF civarı bileti var. Budapeşte manzarası için
en doğru noktalardan biri burası. Aşağıda Tuna Nehri, nehirde yan yana gelmiş bekleyen
yolcu tekneleri, karşıda Özgürlük Anıtı.. derken durduğum noktaya baktığımda
Tuna Nehri nerede Boğaziçi nerede diye karşılaştırma yapmadan edemedim. Gördüğüm
kısıtlı yerlerde her şeyi ister istemez yaşadığım yerle karşılaştırıyorum,
insan davranışları, doğası, nehri denizi, yemekleri.. Sanırım bu hiç
bitmeyecek. Tuna’nın durgunluğu ve griliği yanında Boğaziçi masmavi ışıl ışıl
geldi birden. Canım Boğaziçi (bunu ben mi diyorum)..
Budapeşte’yi arşınlamadan önce görülecek yerler listesini ben de yapmıştım. Bir yandan deliler gibi yorulup bitap olmayalım
istiyoruz (burada o dönemde ayak parmağımın kırık olması, fakat bunu bilmemem,
sadece ayağımda anlamsız ağrılarla topallayarak 1 haftalık geziyi sürdürecek
olmanın verdiği yavaşlamayı da ekleyelim) ama diğer yandan o kadar gelmişiz
şurayı burayı ve burayı görelim diye excellerce lokasyonu yerleştiriyoruz
saatlerimiz arasında.
Gellert Tepesi’ndeki Filozoflar Bahçesi (Garden of Philosopy) bir
sonraki durağımız. Dağlar tepeler aştık (benim için özellikle kocaman dağlar tepeler), onlarca basamak çıktık, evet onlarca
basamak sıcak havada 100lerce basamak etkisi yaptığından, ben kan ter içinde,
Berkin son derece cool, tepeye vardık. Yeşillikler içinde evlerin olduğu,
muhtemelen burada oturmak zengin olmayı gerektirir dediğimiz (çünkü eğer bir
yerde doğa, ağaçlar ve kuş sesleri varsa orada kolay kolay kimsenin yaşama
hakkı yoktur, paran varsa doğa da senindir mantalitesi içinde yaşadığımızdan
böyle düşündüm) yerlere vardık. Beni bıraksalar (evet hani deseler ki seni azad
ettik geçim masrafların Budapeşte belediyesinden karşılanacak) hiç sesimi çıkarmadan
orada yaşardım (sanırım, kuvvetle ihtimal, galiba). Kaldı ki bir de parkı var
geniş yemyeşil alan, gençler kızlı oğlanlı (!) eğleniyorlar top oynuyorlar
gitar çalıyorlar köpekler koşturuyor herkes mutlu. Bu bahçede 8 farklı din
adamı ve filozofun bronz heykellerini gördük. 5’i dünyadan farklı kültürler ve
dinleri temsilen din adamlarını (Abraham, Echnaton, Jesus, Buddha ve Lao Tse),
3’ü ise filozofları (Mahatma Gandhi, Daruma Taishi ve Saint Francis) temsil
ediyormuş.
Budapeşte’nin sinekli parkı: Városliget. Evet şehrin içinde düz
park. Yeşil. Gidip sakinlemek için tabi. Burada avm yapılmıyormuş parklara,
ilginç.
Yine bloglardan önerilerle devam ettik. Bir blog var, ben
keyifle takip ediyorum Oİ the Blog.
Önerileri üzerine Eco Cafe’ye mutlaka gitmeliyiz bir kahve içmeliyiz cafenin
havasını solumalıyız heyecanımız kısa sürdü zira Budapeşte'de cafeler erken kapanıyor.
Akşam saat 8 kapanış saati olabiliyor mesela. O yüzden tatlı cafe görelim
isteklerimizi günün daha erken saatlerine planlama kararı aldık.
Bu durumda sokakları dolaşalım, karşımıza çıkan en keyifli gördüğümüz yerde soluklanalım istedik:
Yemek
konusunda pek yerel tatlar deneyemedik. TGIF Friday’s olmadan
akşamımızı kapatamayız hayatta, patateslerimiz, Dreher biralarımız olmadan
gözümüze uyku girmez normalde. Rutinimizi bozmadık :)
Ve saydık.
Günlük adımımızı saydık. Kırıkla birlikte günde ortalama 23,000 adım hiç fena değil sanki!
Well done!
2. güne
kahvaltı macerasıyla başlamak da bir seçenek elbette. Yine bir Oİ the Blog
önerisi üstüne Szimply’ye gittik. Sıra
olduğundan beklemek için hemen karısındaki kahvecide (Kontakt Coffee) bir kahve içerek
bekleyebiliyorsunuz. Hava da yağmurluydu. Tek eksiğimiz cam önü dışarı manzarası
ve bir kedi. Derken sıramız geldi. Sıra dışı kahvaltısıyla aklımızı aldı
diyebilirim. Klasik peynir zeytin domates salatalık yumurtadan çıkın, çıkın
klasikten ;) Kızartılmış enteresan ekmekler,
üzerinde avokadonun farklı karışımlarla aşık olunası tadı, üzerine adını asla
bilemeyeceğim soslar salamlar, minik çiçekler bunların hepsi birleşince efsane
bir kahvaltı tabağı oluştu ve keşke aşırı sıra olmasa da sabah akşam burada
yesem dedirtti. Pek küçük bir mekan. Gösterişsiz, belli bir konsept(!)siz,
sadece masalar ve sandalyeler ve insanlar.
Budapeşte'de Tuna Nehri'nde gün içinde ve akşam saatlerinde tekne turları yapılıyor. Özellikle hava kararmaya başlayıp şehir ışıklandığında mutlaka görmeliymişiz. Biz de katıldık. Özellikle Parlamento Binası çok güzel oluyor. Biz telefonlarımızın azizliğine uğradık ama anı yaşamak gibisi yok elbette.
Günün sonunu elbette bir ruin barla getirmeliydik. Budapeşte’de ruin bar olarak Szimpla Kert’e gitmeyeni sınır dışı ediyorlar diye duyduk. Terk edilmiş binaların o haline çok dokunmadan mekanlara dönüştürülmesi. İçeride farklı konseptlerde düzenlenmiş (eşyalar değiştirilmiş veya duvar renkleri ve ışıklarla oynanmış) odalar görüyoruz. İçerisi acayip nemli, sıcak.. Kalabalık.. 2 bira iç, sohbet et ve kaç. Yaşlandım mı ben?
Günün sonunu elbette bir ruin barla getirmeliydik. Budapeşte’de ruin bar olarak Szimpla Kert’e gitmeyeni sınır dışı ediyorlar diye duyduk. Terk edilmiş binaların o haline çok dokunmadan mekanlara dönüştürülmesi. İçeride farklı konseptlerde düzenlenmiş (eşyalar değiştirilmiş veya duvar renkleri ve ışıklarla oynanmış) odalar görüyoruz. İçerisi acayip nemli, sıcak.. Kalabalık.. 2 bira iç, sohbet et ve kaç. Yaşlandım mı ben?
Budapeşte’de
son günümüzde geç kahvaltımızı yine Oİ the Blog önerisi olan Stika’da yapalım
dedik. Bizim ülkede servise özen gösteriliyor bu çok net. Müşterinin siparişini
hemen almak ve sorularına cevap vermek şeklinde bir çaba var. Stika’da
kapıda sıra beklemek tamam kabul edilebilir, madem burada oturmak istedik,
beklenebilir ancak sıra gelip masamıza oturduktan sonra uzunca bir süre (10 dk
gibi) sipariş alınmıyor, hadi siparişi verdik, 30 dk boyunca gelmiyor,
15.dakikada durumunu sorduğunuzda sanki “benimle uzaya gelir misin” diye sormuş
gibi anlamsızca yüzünüze bakılıyorsa, hiç ses etmeden kahvaltınızı beklemeye
devam etmelisiniz sonra aç kalabilirsiniz :) Menüleri
pek iç açıcı değildi, ne farklı bir tat denemiş olduk ne de bildiğimiz bir kahvaltı yapabildik.
Havanın
yağmurlu olmasına aldırmamak gerek. Başka yerde olmak bile huzur verici. İlk
durağımız Terör Müzesi oldu. Bu müze Alman işgali sırasında komünist dönemde
karakol olarak kullanılıyormuş. Açıklamaları
okudukça hücrelerde yaşanan acıyı işkenceyi çok çok az da olsa hissetmek bir nebze
mümkün. Birkaç saati burada geçirdikten sonra acıkmıştık. Müzeyle aynı yol
üzerinde rastgele bir pizzacıya oturduk. Millenium adındaki bu restoranda
pizzalar hem kocaman geliyor hem de pek leziz. Pizza severler buraya.
Günü
böylece tamamladık diyelim. Tatlı kriziniz gelirse ve blog taramalarınız sonucu
gitmek istediğiniz yerlere gidemediyseniz HiszteriaCremeria sizi oyalayabilir. Andrasy Utca üzerindeki bu mekanda hiç yoktan
iyidir cheesecake ve hadi olur içerim ver bir cappuccino dedik.
Ve günü
tamamlama zamanı. Ertesi gün Viyana günleri başlıyor.
0 yorum